Husn Arapça’da iffet demek. Hüsn ise “Güzel, iyi, güzellik, iyilik” anlamına geliyor. Hüsün (hüsn) “güzel olmak” anlamında masdar ve “güzellik, rağbet edilen ve sevilen şey” anlamında isim olarak kullanılır. Aslında Hüsün günlük dilde estetik bir kavram, Kur’an dilinde ise bir ahlâk terimi olarak kullanılmaktadır. İyiliği kötülüğünden daha çok olan şeylere hasene, bunların karşıtına da seyyie denildiğini biliyorsunuz. Bu iki tabirin “tevhid-şirk, zafer-hezimet, bolluk-kıtlık, âfiyet-belâ, iyi söz-kötü söz, iyi iş-kötü iş” mânalarında kullanıldığını da…
***
Benim babamın ismi de Hüsnü. 52 yaşında 25 Haziran 1981’de geçirdiği kalp krizi sonucunda vefat etmişti. Rabbim gani gani rahmet etsin. Nûr içinde yatsın. Aramızdan ayrılalı 41 yıl oldu.
Rahmetli babam Hüsnü Balkan, Karayolları’nda Grayder Operatörü olarak çalışmıştı. Emekli olduktan sonra fazla yaşamadı. Babam bana neyin iyi-kötü, neyin faydalı-zararlı olduğunu göstererek anlatırdı. Pazar alışverişlerine beni de götürür ve hangi sebze ve meyvenin iyi, sağlıklı, faydalı olup olmadığını “destide ne varsa dışına sızar” misali gösterir; şu meyve ve bu sebzeden alacaksın derdi. Ben Pazar alışverişinin nasıl yapılacağını babamdan öğrendim. Alışveriş yaparken de güzel, sağlıklı ve güvenli bulduğum şeylerin fiyatını sorar ve sonra kesemdeki paraya göre kalitelisini almaya çalışırım.
Bir sene önce 30 liraya aldığımız açık yağlı yoğurdun fiyatı 70, az yağlı yoğurdun fiyatı 40 lira olduğu bir zaman diliminde yaşıyoruz. 200 gram ekmeğin fiyatı 3,5 lira, küçük ekmeğin fiyatı 1,75 krş. olmuş. Belediye ekmeği ise 3 liradan satılıyor. Şimdiden ekmek kuyrukları oluşmaya başladı bile. Her şeye zam günlük, haftalık, aylık olarak gelir oldu. Bu hiç de iyiye doğru bir alâmet değil. Özal döneminde küresel sisteme entegre edilen Türk Kapitalizmi; zengini daha zengin, fakiri daha fakir yapan bir çarka dönüştürüldü. Milyoner kapitalistlerimizin sayısı 20 yılda o kadar çok arttı ki, her sene bu sayıya yenileri ekleniyor.
***
Babam bize, sevgiyi ve aşkı öğretmişti. Annem ve babam bizlere daha çok hâl ve hareketleriyle, bakışlarıyla terbiye etmeye çalışmışlardı. Az konuşurlardı ama davranışlarıyla ne demek istediklerini de pek âlâ çok güzel anlatırlardı. Babam bana; “Oğlum Mustafa! Aklına gelebilecek bütün günahların, kusurların ve suçların temelinde sevgisizlik yatar. Bir kimse sevmediği birisine yalan söyler, riyakarca davranır, ihanet eder, iftira atar” der, ve sonra “Sevmediği insana eziyet eder, hatta onu öldürür, ona dayak atar, malını gasp eder, aldatır; onun hatta malını çalar, dedikodusunu yapar, ırzına göz diker” diye de ilave ederdi.
Velhasıl sevgili dostlar!
Yeryüzündeki bütün kötülüklerin tek kaynağının sevgisizlik ve aşk yoksunluğu olduğunu bilin yeter!
Bu durumun insanın Tanrısı ile, sevgilisi ile, ailesi ile, ülkesi ile, ait olduğu toplum ve tabiat (doğa) ile ilişkilerinin hepsini içine alır. Ailesi ile bir husumet içinde olan hasta ruhlu bir kişi bir ormanı yakacak kadar ailesine, ülkesine ve tabiata düşman, sevgiden ve aşktan mahrum olabilir mi? Evet. Olabilir.
Maarifte, tâlim ve terbiyede sevgi ve aşkı ön planda tutmadığımız için başımıza ne felâketler geldiğini bir düşünün.
Başta kendinizi, sonra anne ve babanızı, ailenizi, kardeşlerinizi, cemiyeti, arkadaşlarınızı, dostlarınızı, akrabalarınızı, vatanınızı, yurdunuzu, yaşadığınız köyünüzü, beldeyi, o şehri, tabiatı, hayvanları, işinizi, eşinizi çok sevin ve onlara aşk derecesinde bağlanın.
Koca Yunus ne güzel söylemiş:
“Sevgi baht olmuş ezelden bize
Sizde bir türlü bizde bir türlü.”
Mustafa Balkan